17 Kasım 2014 Pazartesi

DERS ALINACAK GÜZEL BİR SOYGUN!

Çin’in Guangzhou kentinde bir banka soygunu. Soygunculardan biri bankadakilere bağırır: “Kımıldamayın. Para devletindir, ama hayatınız sizindir.” Herkes sessizce yatar… Bunun adı “Zihin Değiştirme Kavramı”dır. Alışılmış düşünce tarzını değiştirmek… Bu arada müşterilerden bir kadın bir masanın üzerine yatmıştır. Ama bacaklar ortada… Soyguncu bağırır: “Edebini takın. Bu bir soygun, ırza geçme değil!” Bunun adı “Profesyonelliktir. İşin neyse onun üzerinde yoğunlaş! Soyguncular paraları yüklenip eve kapağı atmışlar. Daha genç olanı (MBA derecelidir) daha yaşlı olanına (ki bu ise 6 yıl ilkokuldan sonra terk): “Abi, hadi şu paraları sayalım,” der. Daha yaşlı olanı der ki: “Çok aptalsın be. Bu kadar para oturup sayılır mı? Bu akşam zaten TV haberlerinde kaç para çaldığımızı öğreniriz.” Buna “Deneyim” derler! Günümüzde deneyim kağıt diplomalardan çok daha önemlidir. Soyguncular bankadan kaçtıktan sonra Şube Müdürü, Şube Şefine hemen polisi aramasını söylemiş. Şef demiş ki: “Durun hele Müdürüm. Alacaklarını aldılar. Biz de bir 10 milyon daha alıp daha önce iç ettiğimiz 70 milyon dolara ekleyelim, ne dersiniz?” Buna “Dalgayı yakalamak” derler. Berbat bir durumu kendi lehine çevirmektir bu! Müdür der ki: “Yahu, her ay bir soygun olsa harika olurdu. Ne eğlenirdik!” Buna “Sıkıntılardan kurtulmak” derler. Kişisel mutluluk işinden çok daha önemlidir. Akşam TV haberleri bankadan 100 milyon dolar çalındığını açıklamış! Çaldıkları paranın çok daha az olduğu bilen soyguncular oturup saymışlar parayı… Tekrar tekrar saymışlar. Bakmışlar hepi topu 20 milyon! Çok kızmışlar bu işe: “Biz hayatımızı tehlikeye atıp 20 milyon çalabildik. Banka Müdürü bir el hareketiyle 80 milyon götürdü. Galiba soyguncu olmak yerine doğru dürüst eğitim görmek daha iyiymiş!” Bu “Bilgi altından daha değerlidir” demektir… Banka Müdürü çok mutludur. Özellikle bir süre önce borsada kaybettiklerini geri alabildiği için. Buna “Fırsatları kullanmak” derler. Kazanmak için risk almak gerekir. BU DURUMDA, GERÇEK SOYGUNCULAR KİMLER ŞİMDİ?

16 Kasım 2014 Pazar

Hungry Henry! (Baby TV)



Arkadaşlar hiç Baby TV de gösterilen "Hungry Henry" ye denk geldiniz mi bilmiyorum ama benim 3.5 yaşındaki ufaklık izliyor diye biz de bazen göz atıyoruz bu animasyona.
Şimdi sanırım İspanya yahut Meksika'da geçen bir hikaye bu. Efendim, bizim Hungry Henry (Aç Henry) acıkır ve bir restorana gider. Bu restoranın aşçısı "Aşçı George" dur. Henry oturur ve mönüye göz atar. Her bölümde, olmayan bir yemek seçer mönüden bizim Henry! İstisnasız!





Açılış:
- Kim aç? Henry aç!
Gider restorana oturur masaya:
- MMmmmm şunu mu yeseem, bunu mu? Hah işte bir omlet!

Aşçımızı çağırır:
-George!
Aşçı George:
- Henry, dostum!
Mönüyü uzatır ve;
- Ne vereyim abime?
Ancak Henry mönüde olmayan yemeği aramaktadır çünkü onun özelliği budur:
- Bu değil, bu olmaz, bu da olmaz... (olmayan malzemeden yapılmış yemek arıyor sersem. Onu da bulduğunda sevinçle)
- Woaaaavv. Bu George! İstediğim bu. Bunu istiyorum! (Bu bölümde örneğin omlet olsun)
Aşçı George:
- Harika bir seçim Henry! Ancak sana omlet yerine süper bir mercimek çorbası önersem?
Henry:
- Hmm.. Hayır teşekkür ederim. Henry Omlet istiyor!
George çok mahçup bir şekilde:
- Hmm. Küçük bir sorunumuz var Henry! Maalesef yımırtamız kalmadı. Bu yüzden omlet yapamıyoruz. (Bir gün de ilk seferde bir yemek yapmışlığın var mı?!)
Henry masanın üzerine zıplar! (Düşünsene biz restorana gittik ve istediğimiz yemek yok? Atlayacak mıyız masanın üzerine? Bunu izleyen çocukların burayı örnek aldığını düşünsene!)
- Ne? Kalmadı mı? Henry şimdi yumurta bulacak..
Ancak bizim şapşik yumurtayı nereden bulacağını bilmez! Bilmiyon bari mönüde olan bir yemek seç! Yok illa yumurta yiyecek obsesif Henry!!
George'da "Süper markette bulabilirsin canım hadi yolun açık olsun"
Böylece bizim şapşik Henry yumurta arama macerasına başlar! Önce market, sonra pazarcı en son çiftlik.

Henry arkadaş sen hiç mi akıllanmazsın?! Her gün bu kodumun restoranına gelir ve istediğin yemeği yiyemezsin ya be adam! Git başka restorana! Restoran mı kalmadı?
Bizim pişkin Aşçı George'de bir numaralar bir numaralar? O bizde kalmadı, bu yeni bitti vs. vs.. diyerek Henry'nin olmayan malzemeyi bulması için yola çıkmasını izler!
Saf Henry de sırasıyla önce markete gider. Ne skim bir memleketse orası markette de bitmiştir yımırta! Marketteki Gabriela der ki "tüh ya bizde kalmadı, sen bir de pazarcı Jack'e sor"
Bizim leyla Henry yine hoplaya zıplaya Pazarcı Jack'e gider. O ipnede de kalmamıştır yumurta!
Neden? Çünkü Henry ne yemek isterse o ne restoranda ne markette ne de pazarcıda bulunmaz. Öyle bir cenabettir bu Henry!
Pazarcıda da yoktur ya yumurta, Jack der ki; "onu ancak çiftçi de bulabilirsin. Çünkü yumurtayı davuklar yımırtlar!"
Şapşik Henry çiftçi kadına gider ve yumurtayı ondan ister. Çiftçi kadın da pek bir sevecendir. Bizim yavşik Henry'e bedelsiz verir yumurtaları.
Aç Henry "George buna çok sevinecek" diyerek restorana geri döner.
Ponçik aşçı George'a verir yumurtaları. Lan arkadaş adam yiyeceği malzemeyi gidip kendisi getirir mi tek tel bıyık! Hadi getirdin, bu topik George bir teşekkür etmez mi?
- Ah Henry geri geldin! der. La yolladın ya adamı yumurta almaya, adam buldu geldi işte topaç!
- Bunlar harika yumurtalar, diyerek gider mutfağına ve 2 saattir yumurta aramaktan kan şekeri düşmüş Henry'ye verir omletini.
Henry önüne konan omlete bakar ve:
- Kim harika bir omlet yemek ister? Diye sorar! Kim olacak dandik! Sabahtan beri yumurta arayan obsesif Henry ister!
George:
- Henry... der.. Gülüşürler ve perde!
Henry'nin yemeğini yediğini daha bir kez görmedik!

Efenim burda aslında anlatılmak istenilen şey çocuklarımızın gıdaların kaynağının nerde olduğunun öğretilmesi. Ancak tüm gıdaların kaynağı toprak/çiftlik olduğuna göre ne diye her bölümde bu anlatılır? Yıllardır var bu "Hungry Henry" ve yıllardır aynı terane! Şimdi bir pedagoga sorsan bi saat açıklama yapar; vay efenim şöyle de böyle de..

Türk versiyonu olsa sanırım şöyle olurdu:
Aç Sertaç restorana gider ve mönüye bakar; Hüsam usta, hüooppp! Baksana bi!
- Sertaç kardeşim hoş geldin. Ne istersin?
- Valla ne var ustam?
- Fasülye pilaki var ama önermem (!)
- O zaman sen bana bir pilav üstü döner ver. Yanına da ayran.
- Valla Sertaç'çığım döner bitti, öğlen yoğundu burası.
- O zaman bana patlıcan musakka ile pilav ver ustam.
- Çek abime ordan musakka - pilaaeevv!
Bitti!




5 Eylül 2014 Cuma

Pir Sultan Ölür Dirilir - Hasan Hüseyin Korkmazgil



Bak şu bebelerin güzelliğine
Kaşı destan
Gözü destan
Elleri kan içinde

Kör olasın demiyorum
Kör olma da
Gör beni

Damda birlikte yatmışız
Öküzü hoşça tutmuşuz
Koyun değil şu dağlarda
Sanki kendimizi gütmüşüz
Hor baktık mi karıncaya
Kırdık mı kanadını serçenin
Vurduk karacanın yavrulusunu
Ya nasıl kıyarız insana

Sen olmazsan öldürmek ne
Çürümek ne zindanlarda
Özlem ne ayrılık ne
Yokluk ne yoksulluk ne
İlenmek ne dilenmek ne
İlenmek ne dilenmek ne
İssiz güçsüz dolanmak ne
Gün gün ile barışmalı
Kardeş kardeş duruşmalı
Koklaşmalı söyleşmeli
Korka korka yaşamak ne

Kahrolasın demiyorum
Kahrolma da
Gör beni

Kanadık toprak olduk
Çekildik bayrak olduk
Döküldük yaprak olduk
Geldik bugüne

Ekmeği bol eyledik
Acıyı bal eyledik
Sıratı yol eyledik
Geldik bugüne

Ekilir ekin geliriz
Ezilir un geliriz
Bir gider bin geliriz
Beni vurmak kurtuluş mu

Kör olasın demiyorum
Kör olma da
Gör beni

Hasan Hüseyin Korkmazgil


3 Ağustos 2014 Pazar

Reddit Users Were Asked To Sum Up Their First Sexual Experience With A GIF.


Reddit Users Were Asked To Sum Up Their First Sexual Experience With A GIF. The Responses Were Magnificent (SFW)

Reddit kullanıcıları ilk seks deneyimlerini bir GIF görüntüsüyle anlattı:






























  













Kaynak: http://imgur.com/a/tSh4F?gallery

Fıkra değil!

Tarihten bir sayfa:

1960"lı yıllar, Elazığ Akıl hastanesinden deliler kaçar, Elazığ'ın cadde ve sokaklarına dağılır.
423 deli kaçmıştır. O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin baş hekimidir.
- "Doktor bey ne yapalım?" diye sorarlar.
Mutemet Bey personeline ;

- "Bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin." der.
Doktor önde birkaç personeli arkasında trencilik oynayarak Elazığı dolaşır.
Bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olur.
Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir!


31 Temmuz 2014 Perşembe

Peri Gazozu - Ercan Kesal (İletişim Yayınları - 198 Sayfa)

Son zamanlarda okuduğum en güzel kitap. Bir anı kitabı. Ercan Kesal'ın Anadolu'da tabiplik yaptığı yıllardan, çocukluğundan harmanlanmış yürek burkan, insanlığımızdan utandıran anılar.
Sunuş'unda da "...Bu yüzden, yazdıklarımla aramdaki mesafeyi kaldırmaya gayret ettim. Okur; hikayelerimi okumak yerine, "seyretsin" istedim. Bu, sinemasal anlatıma da çok benzeyen bir teknik demekti. Okuyucuma bir şeyleri "anlatmak" değil de "göstermek" istedim hep."
Diyor...

Kitaptan içimi acıtan bir kısım:
Yetmiş sekiz yaşındaki İbrahim Aslan ‘dualarım kabul oldu’ diye sevinçten ağlıyordu. Oğlu Emin’in kemikleri on sekiz yıl sonra bir kuyunun dibinde bulunmuş da ona seviniyormuş. Şimdi arkanıza yaslanın ve bir an düşünün n’olur. Bir baba, on sekiz yıl önce öldürülen ve kaybedilen oğlunun, kafatası ve kemikleri, yanmış halde bir kuyunun dibinde bulundu diye sevinçten gözyaşları döküyor! Bundan sonra bütün sevinçlerim bu ülkeye haram olsun…”

Bu kısım bana başrolünü de oynadığı "Küf" filminin senaryosunu oluşturuyor gibi geldi.


Bir güzel kısım da:

Şimdi bir türlü sığamayıp, delice bir kavgaya tutuştuğumuz, adına Anadolu denen şu kadim topraklarda, binlerce yıl önce hüküm sürmüş, bir Hitit kralının oğullarına bıraktığı vasiyete bakın isterseniz: ‘Öldüğümde beni, usulünce yıkayın, göğsünüze yaslayın ve toprağa bırakın.’ Bu kadar.” 



Neyse mutlaka okumanız gereken bir kitap "Peri Gazozu"

24 Temmuz 2014 Perşembe

Hayvanat Bahçeleri'nin Gereksizliği ve İnsafsızlığı Üzerine...

Oldum olası hazzetmemişimdir şu hayvanat bahçelerinden. "Çocuklar için faydalı ama" diyenler olabilir. Ancak gerek resimler, gerek videolar ile hatta pek yakında sanal gerçeklikle filan, çocuklarımız neredeyse dokunmuş kadar olacak. Gerçeğe yakın bir deneyim yaşayacaklar. Sırf çocuklar görsün diye doğalarından o ya da bu sebeple koparılmış bu hayvanların her ne kadar doğal ortamlarına uygun hale getirilmeye çalışılsa da; hayvan dediğin doğada olmalı!
Fakat hayvanları koruyup, nesli tükenme tehlikesi içinde olanları korumaya yönelik çalışmaları taktir ediyorum.
Gördüğüm en büyük hayvanat bahçesi Berlin Hayvanat Bahçesi gerçekten de hayvanları doğal ortamlarına uygun halde sergiliyordu. Ancak burası bile gerçeğini sağlayamaz ki!? Kutup ayısı için bir reyon vardı. Fakat kutup ayıları yüzlerce km2 lik alanda avlanırlar. Arslanlar keza aynı. Sen bunları al hayvanat bahçesi adı altında sergile. Çok görmek isteyen olursa gitsin hayvanları kendi doğalarında görsün, yaşasın. Nedir yani?

Tam da bu durumla ilgili hayvanların hayvanat bahçelerindeki durumunu anlatan bir çalışmaya rastladım internette. Fotoğrafçı Gaston Lacombe'un 5 ayrı kıtada 9 farklı ülkenin hayvanat bahçelerinde fotoğrafladığı "Captive (Esaret)" isimli çalışması.

Gaston Lacombe projesinden şöyle bahsediyor:
"Dünyanın her yerindeki hayvanat bahçelerine ziyaretçiler en güzel, vahşi ve nadir yaratıklarını görmek için bir beğenme beklentisiyle gidiyorlar.
Fakat çoğunlukla onların doğal alanlarından alınıp hapsedildikleri, acınası halleri fark edilmiyor.
İki yıldır Kuzey Amerika ve Asya'daki hayvanat bahçelerini çekiyorum.
Çoğu hayvanat bahçesini seviyorum - evet, gerçekten seviyorum.
Bazı hayvanat bahçeleri dünyadaki ender ve yok olan ve başka türlü hayatlarını devam ettiremeyecek türlerin yaşaması için büyük çaba harcıyorlar.
Buna rağmen, en iyi hayvanat bahçelerinde bile her zaman ihtiyaçlarından çok daha küçük alanlara, beton duvarlar arasına sıkışmış ya da tek gördükleri yeşillik odalarının duvarlara çizilmiş bitki resimleri olan hayvanlar bulunuyor.
Kafeslere hapsedilip yere bile oturamayan ve temiz suya ya da gün ışığına ulaşamayan hayvanlar var.
Böyle zamanlarda, hayvanlara bu şekilde muamele yapan bir sistemi desteklediğim için kendimi suçlu hissediyorum ve fotoğraf çekiyorum."