31 Aralık 2013 Salı

Steve Jobs’ın Stanford Üniversitesi'ndeki ünlü konuşması:




12 Haziran 2005′te, Stanford Ünivesitesi’nin diploma töreninde bir konu
Steve Jobs’ın konuşması şöyle:


“Bugün burada, dünyanın en iyi üniversitelerinden birinin diploma töreninde sizlerle birlikte olmaktan onur duyuyorum. Ben üniversiteden mezun olmadım. Gerçeği söylemek gerekirse, üniversite mezuniyetine en yakın olduğum an, şu andır. Bugün size kendi yaşamımdan üç öykü anlatmak istiyorum. Tüm konuşmam, bu üç öyküden oluşacak. Yalnızca üç öykü… Fazla bir şey anlatacak değilim…
“Birinci öyküm, ‘noktaları birleştirmek’ konusundadır:
“Altı ay okuduktan sonra Reed Üniversitesi’ni bıraktım. Fakat gerçek anlamda bırakmadan önce, onsekiz ay kadar daha gidip gelmeye devam ettim. Peki sonra neden yarıda bıraktım bu üniversiteyi?
“Aslında herşey, ben doğmadan önce başlamıştı. Biyolojik annem, açıkca söyleyeyim, yani beni dünyaya getiren annem, evlenmemiş genç ve güzel bir doktora öğrencisiydi. ‘İstenmeden dünyaya gelen’ bebeğini evlatlık vermekten başka bir çaresi yoktu. Ancak bir koşulu vardı: Beni evlatlık olarak almak isteyen ailenin, kesinlikle üniversite mezunu olmasını istiyordu.


“İstediği gibi bir aileyi, ben doğmadan once bulmuştu. Bir avukat ve eşiyle anlaşmış, doğar doğmaz beni evlatlık olarak onların alması için herşeyi önceden ayarlamıştı. Fakat annem, bir konuyu hesap etmemişti. Onların aslında, bir kız bebek istediklerini galiba pek anlamamıştı. Bu yüzden, bekleme listesindeki ailem gece yarısı telefonda ‘Bir erkek bebeğimiz oldu; onu almak ister misiniz?’ diye soran bir sesle karşılaşınca, biraz burukca bir ‘Elbette’ yanıtı verdiler.
“Biyolojik annem sonradan, yeni annemin hiçbir zaman üniversiteden, yeni babamın ise liseden mezun olmadıklarını öğrendi. Evlatlık verme işlemiyle ilgili yasal kağıtların sonuncusunu imzalamayı bu nedenle reddetti. Fakat yeni ailem, beni kesinlikle üniversiteye gönderecekleri konusunda kesin söz verince, annemi yumuşatabildi.
“O günden onyedi yıl sonra üniversiteye başladım. Fakat tuttum, saf saf, burası gibi, Stanford Üniversitesi gibi, pahalı bir üniversiteye girdim.
“İkisi de çalışan kişiler olan, yani işçi sınıfından olan, annem ve babam, ellerine avuçlarına geçen paranın hemen hemen tümünü benim üniversite öğrenimim için harcıyorlardı.
“Altı ay sonra, kara kara düşünmeye başladım ve ‘Bu işin böyle gideceği yok’ dedim kendi kendime.
“Birşeyler yapmalıydım ama, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Yaşamımı nereye yönelteceğim ve bu yolda üniversitenin bana nasıl yardımcı olabileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu. Burada, annem ve babamın yaşamları boyunca biriktirdikleri tüm parayı harcıyordum. Buna hakkım da yoktu.
“Bu düşünceler altında üniversiteden ayrılmaya karar verdim. Üniversite öğrenimi yapılmadan da yaşamda başarılı olunabileceğine kendimi inandırmaya çalıştım.
“Ve bunda başarılı da oldum. Kendimi buna inandırabildim. Bu kararım o zaman oldukça korkutucuydu ama… Şimdi bakıyorum da, yaşamımda verdiğim galiba en iyi kararlardan biriydi, o kararım.
“Üniversiteden ayrıldığım an, beni hiç ilgilendirmeyen zorunlu dersleri almaktan kurtuldum ve ilgimi çeken derslere girmeye başladım.

“Bu durum, kararımın güzel yönüydü ama, bir de güzel olmayan yönü vardı kararımın. Örneğin, öğrenci yurdundaki rahat yaşamımdan yoksun kalmıştım. Artık kendime ait bir odam yoktu öğrenci yurdunda. Arkadaşlarımın odasında yerde uyuyordum. Depozitolu beş adet kola şişesini götürüp, karşılığında yiyecek birşeyler alıyordum, yemek sorunumu böyle geçiştirmeye çalışıyordum.
“Pazar günleri Hare Krishna Tapınağı’nda bedava ve üstelik güzel yemek veriliyordu. Haftada bir kez olsun güzel bir yemek yiyebilmek için, yaklaşık oniki kilometre uzaklıktaki o tapınağa yürüyerek gidiyor, oradan yürüyerek dönüyordum.

“Bu durum o günler pek hoşuma gidiyor değildi ama, ilgimi çeken konular uğrunda tüm bunlara katlanmamın, yaşamımın ilerideki yıllarında benim için ne denli yararlı olduğunu gördüm.
“Bakınız, bir örnek vereyim size:
“O yıllarda Reed Üniversitesi, ülkedeki belki de en iyi kaligrafi (yazı sanatı) eğitimini veriyordu. Üniversite yerleşkesinin hemen her yeri, güzel yazılarla yazılmış duyurular, dolapların, çekmecelerin üzerindeki çıkartmalar, güzel el yazılarıyla süslenmişti.
“Normal öğrenimimi bıraktığımdan ve zorunlu derslerle artık bir işim olmadığından, kaligrafi derslerine girmeye karar verdim. ‘Serif’ ve ‘Sans Serif’ yazı biçimlerini, farklı harf grupları arasındaki değişen boşluk ölçülerini ve iyi bir ‘yazı dizimi’nin nasıl olması gerektiğini öğrendim bu derslerde.
“Bu öğrendiklerimin hiçbirinin aslında, yaşamımda bana bir yararı dokunabileceğini sanmıyordum. Ancak on yıl sonra, ilk Macintosh bilgisayarını tasarlarken, o derslerde öğrendiklerimi Mac’in tasarımında kullanmayı denedim. Başarılı bir çalışma yaptım ve… Sanatsal ve güzel görünümlü yazılar yazılabilen ilk bilgisayarı oluşturabildim.
“Üniversitede o ‘güzel yazı’ derslerine girmeseydim, bugün Macintosh bilgisayarındaki o çeşitli ve sanatsal yazı biçimleri ve araları ‘özel boşluk’lu yazı karakterleri olmayacaktı. Windows da Mac’i kopyaladığından, bu sanatsal yazı biçimleri büyük bir olasılıkla bugün hiçbir bilgisayarda bulunmayacaktı.
“Kişisel bilgisayarlardaki bu olanaklardan yararlanan tüm kullanıcılar adına tüm içtenliğimle söyleyeyim ki, normal üniversite öğrenimimi iyi ki yarıda bırakmışım ve… Beni hiç mi ama hiç mi ilgilendirmeyen birtakım derslere girerek zamanımı boşuna harcamaktansa, iyi ki ilgimi çeken ‘güzel yazı’ deslerine girmişim.
“Üniversite öğrencisi olduğum günlerde ileriye baktığımda, bu ‘noktaları birleştirmek’ elbette olanaksızdı. Fakat şimdi, on yıl sonrasından başımı çevirip geriye baktığımda, bu noktaların çok uyumlu bir biçimde birleştirildiklerini pırıl pırıl bir açıklıkla görebiliyorum.

“İleriye bakarak, yaşamınızın noktalarını birleştiremezsiniz. O noktaları ancak, geriye baktığınızda birleştirebilirsiniz. Bu yüzden, noktaların gelecekte bir biçimde birleşeceğine inanmanız şimdiden gerekir. Bir şeylere inanmak, güvenmek zorundasınız. Kadere, yaşama, karma öğretime, neye olursa, bir şeye kesinlikle inanmalısınız. Bu yaklaşımım beni hiçbir zaman düş kırıklığına uğratmadı; yaşamımdaki tüm farklılıklar, bu inançlarım nedeniyle gerçekleşti.
“İkinci öyküm, sevmek ve kaybetmekle ilgili.
“Ne yapmayı sevdiğimin ayırdına erken yaşlarda varabildiğim için şanslıydım. Woz ve ben bizim garajda Apple’ı kurduğumuzda, 20 yaşındaydık. Çok çalıştık ve on yılda Apple’ı nereden nereye getirdiğimizi siz de biliyorsunuz: Garajdaki o iki kişiden, 4000’in üstünde çalışanı ve yıllık iki milyar dolar cirosu olan dev bir şirkete dönüştü, Apple.
“En iyi tasarımımız Macintosh’u piyasaya sürdükten bir yıl sonra, işten atıldım. Otuz yaşımdaydım.
“Sorun şimdi bana: ‘Kendi kurduğunuz bir şirketten nasıl çıkarılabilirsiniz?’
“Bu sorunun yanıtı, Apple şirketinin giderek büyümüş olmasında yatıyor. Şirketimiz büyüdükçe, benimle birlikte yönetmesi için işe son derece yetenekli olduğuna inandığım işletmeci almıştık. İlk bir, birbuçuk yıl işler iyi gidiyordu. Ancak işe kendi aldığım bu işletmeciyle giderek, gelecekle ilgili görüşlerimiz farklılaşmaya başladı. Ve bir gün, büyük bir tartışma yaşadık. Aramızdaki anlaşmazlığı yönetim kurulumuza götürdük. Yönetim kurulu onun yanında yer aldı, onu haklı buldu. Ve, kendi kurduğum şirketimden atıldım.
“Otuz yaşımdaydım ve yaşamımın merkezini oluşturan işimin dışında bırakılmıştım. Çok berbat bir duyguydu bu.
“Ne yapmam gerektiğine birkaç ay karar veremedim. Sanki bir önceki kuşağın girişimcilerine kötü örnek olmuşum, onları düş kırıklığına uğratmışım gibi bir duygu kapladı içimi. Elime geçirdiğim orkestra şefi değneğini düşürmüşüm gibi geliyordu bana.
“David Packard ve Bob Noyce ile görüştüm, işleri yüzüme gözüme bulaştırdığım için onlardan özür dilemeye çalıştım. Tam bir başarısızlık örneğiydim. Evimi başka bir semte taşımayı bile düşündüm.

“Fakat giderek, bir şeyler yavaş yavaş kafama dank etmeye başlıyordu. Kapı dışarı da edilmiş olsam, ben yine de eskisi gibi seviyordum işimi. Apple’dan kapı dışarı edilmiş olmam, bu sevgide en küçük bir azalmaya yol açmamıştı. Beni işim reddetmiş değildi ki… İşimin şimdiki başındaki kişiler reddetmişlerdi beni. İşime olan her zamanki sevgim yine sürüyordu.
“Bu gerçekle yüzyüze geldiğim an, karar verdim: ‘Yeniden başlayacağım’ dedim.

“O günlerde pek ayırdına varamamıştım ama… Şimdi çok iyi görebiliyorum:

“Apple’dan çıkarılmam meğer, yaşamımda başıma gelebilecek en iyi olaymış. Başarılı olmanın ağırlığının yerini şimdi, işe yeni başlayan birinin taptaze heyecanı ve o heyecanının kişiyi göklere uçuran hafifliği almıştı. Bu duygu bana, yaşamımın yaratıcı dönemlerinden birine girme özgürlüğü vermişti.
“Sonra neler yaptığımı da anlatayım: O günleri izleyen beş yıl içinde, Next ve Pixar adlı iki şirket kurdum. Daha sonra, ileride eşim olan mükemmel bir kadına âşık oldum. Pixar dünyanın ilk bilgisayar animasyonlu filmini üretti. Dünyanın en başarılı animasyon stüdyosunun sahibidir şimdi bu şirketim.
“Olaylar gelişti, gelişti ve… Apple Şirketi, benim Next Şirketimi satın aldı. Dolayısiyle ben de, ilk göz ağrım olan Apple’a dönmüş oldum.
“Next’de geliştirdiğimiz teknoloji, Apple’ın şu andaki değişiminin belkemiğini oluşturuyor. Apple bugün, bu sağlam belkemiğinin varlığı nedeniyle dimdik ayaktadır.
“Apple’dan kovulmasaydım bunların hiçbiri gerçekleşmezdi diye düşünüyorum. Tadı acı olan bir ilaçtır bu; fakat bence hastanın acı da olsa bu ilaca gereksinimi vardı; bu ilacı alması gerekiyordu.
“Kimi zaman yaşam bize tüm zorluklarını sunar. İşte o an yapmamız gereken tek şey, inancımızı kaybetmemektir. Yaşamımda beni ileriye götüren tek şey, yaptığım işe olan aşkımdır. Bundan hiçbir zaman kuşkum olmadı.
“Yaşamınızda, neyi sevdiğinize ve kimi sevdiğinize iyi karar verin. Çünkü yaşamınızın ekseni, sevdiğiniz kişiyle, sevdiğiniz işinizdir.
“İşiniz, yaşamınızın büyük bir zaman bölümünü alacaktır. O nedenle, yaşamınızın tadını alabilmenizin tek yolu, işinizi sevmenizdir. İşinizi sevebilmenizin tek yolu ise, onun güzel ve yararlı bir iş olduğuna inanmanızdır. Güzel ve yararlı olduğuna inandığınız bir işi yaptıkça, o işinizi giderek daha çok, daha çok seveceksiniz.
“Henüz bulamadıysanız böyle bir iş, yılmayın, aramaya devam edin. Hangi yaşınızda olursa olsun, yüreğinizin sevdiği ve “İşte, bu” dediği kişiyi sonunda bulabileceğiniz gibi, seveceğiniz işinizi de günün birinde kesinlikle bulacaksınız. Yeter ki aramaktan vazgeçmeyin o işi… Göreceksiniz, sonunda bulacaksınız onu da…
“Sonuncusu ise ölümle ilgili…
“Kimin söylediğini bilmiyorum ama, 17 yaşımdayken okuduğum şu sözü, yaşamım süresince hiç unutmadım: ‘Eğer her günü, o gün yaşamının son günüymüş gibi yaşarsan, bir gün kesinlikle doğruyu yapmış olacaksın.’
“Bu söz beni öylesine etkiledi ki, o günden buyana geçen otuzüç yılda her sabah aynaya bakar ve kendime sorarım:
“‘Bugün yaşamımın son günü olsaydı, gün boyu yapacaklarımı gerçekten yapmış olmak ister miydim acaba?’
“Bu soruma ‘Hayır’ yanıtlarım arttıkça, bir şeyleri değiştirmem gerektiğinin ayırdına varırım ve yaptıklarımı ciddi bir biçimde denetleyerek, tek tek gözden geçiririm.

“Eninde sonunda öleceğimi düşünmek, yaşamda büyük seçimler yapmama yardımcı olan en önemli etkendir. Çünkü yaşadığımız dünyaya ait tüm beklentilerimiz, gurur, kibir, her türlü sıkıntı, başarı, başarısızlık gibi ‘bu dünyanın sözüm ona önemli işleri’, ölüm söz konusu olduğunda bir anda tüm önemlerini yitiriyorlar, sözcüğün tam anlamıyla kocaman bir “Hiç” oluveriyorlar.
“Bir gün öleceğimizi unutmamak, kaybedeceğimiz bir şeylerin olduğunu düşünme tuzağından kurtulabilmemiz bildiğim en gerçekçi yöntemdir. Yaşamınızda, yüreğinizin götürdüğü yere gitmemeniz, yüreğinizin sesini dinlememeniz için hiçbir nedeniniz yoktur. O nedenle, korkmayın kulak vermekten, yüreğinizin sesine…

“Yaklaşık bir yıl önce bana kanser teşhisi konuldu. Sabah yedibuçukta hastaneye gitmiştim; pankreasımda bir ur saptandı. Pankreasın ne demek olduğunu bilmiyordum bile… Doktorlar bana, pankreas kanserinin tedavisinin olanaksız olduğunu söylediler ve en fazla altı ay ömrümün kaldığını açıkladılar. Tatsız ama, doktorum bu gerçeği açıklamak zorundaydı bana. Ölümle karşılaşmadan, ona hazırlıklı olmam gerekiyordu. Evimi, işlerimi bir düzene sokmam gerekiyordu. Düşünün, önünüzdeki on yıl boyunca çocuklarınıza anlatmayı düşündüğünüz herşeyi, onlara birkaç ayda anlatmak zorundaydınız artık.
“Yaşamınıza veda etmeden önce, ailenizin yaşamının sorunsuz sürebilmesi için geride her şeyi onlara düzgün bir biçimde bırakmak zorundaydınız. Altı aylık bir ömrümün kaldığı haberi, benim için o altı aylık sürede tüm bu sorumluluklarımı yerine getirmiş olmam anlamı taşıyordu.
“O gün akşama değin, o teşhisle yaşadım. Akşam biyopsi yapıldı, boğazımdan mideme ve bağırsaklarıma endoskop sokup, iğneyle pankreasımdaki urdan birkaç hücre aldılar.
“Ben uyutulmuştum, hiçbir şeyin ayırdında değildim. Uyandığımda eşim, bana verebileceği en güzel haberi verdi: Doktorlar, hücreleri mikroskopta inceledikten sonra, hastalığımın pankreas kanseri türleri arasında tedavi edilebilecek nadir türlerden olduğunu anlamışlar ve o an, görmeliymişim onları, çocuklar gibi sevinmişler. Bir gün sonra ameliyat oldum. Şimdi ise, iyi bakın, iyi görün beni… Bakın, demir gibiyim…

“Doktorumun bana pankreas kanseri olduğumu söylediği işte o an ilk kez yüzyüze geldim ölümle. Umarım o anı, önümdeki 20-30 yıl boyunca bir daha yaşamam. Fakat ölümle yüzyüze gelme anını yaşamış bir kişi olarak size şunu kesinlikle söyleyebilirim: Kimse ölmek istemez. Cennete gideceklerinden emin olan kişiler bile istemezler ölmeyi… Ancak ölüm, hepimizin paylaştığı bir ‘ortak nokta’dır. Hiçbirimiz kaçamamışızdır ölümden. Zaten olması gereken de budur. Ölüm, yaşamın tek ‘en iyi icadı’dır. Yaşamın tek ve gerçek ‘değişim aracı’dır. Yeniye yer açmak için eskinin ortadan kaldırılması gerekir. Şu anda yeni olan sizsiniz, ancak çok da uzak olmayan bir gün, ‘eski olan’ da siz olacaksınız ve siz de silineceksiniz yaşam sahnesinden. Böyle üzücü ve hatta ürkütücü bir konudan söz ettiğim için üzgünüm ama… Bunların tümü gerçektir.
“Zamanınız sınırlı. O sınırlı zamanınızı, başkasının yaşamını yaşayarak harcamayın. Başka kişilerin düşüncelerinin sonuçlarıyla yaşanan yaşam, dogmaların tuzağına düşmek demektir. Başka kişilerin düşüncelerinin gürültüsü, içinizdeki kendi sesinizi bastırmasın. Daha da önemlisi, yüreğinizin ve sezgilerinizin peşinden gidebileceğiniz denli bir cesarete sahip olun. Sizin gerçekten ne olmak istediğinizi ve nereye gitmek istediğinizi, en iyi onlar biliyorlar çünkü… Yüreğiniz ve sezgileriniz… Onlara inanın, onlara güvenin…
“Gençliğimde, ‘Dünya Kataloğu’ adlı bizim kuşağın başvuru kitaplarından biri olan güzel bir yayın vardı. Stewart Brand adlı bir kişi çıkarıyordu bunu. 1960’ların sonuydu, bilgisayarlardan ve masaüstü yayıncılıktan önceydi. İdealist bir yayındı, çok güzel bilgilerle, öğretilerle, kavramlarla doluydu.
“Stewart ve arkadaşları, bu ‘Dünya Kataloğu’ adlı yayınlarını ancak birkaç sayı çıkartabildiler. 1970’in ortasıydı. O yıl ben, sizin şimdi olduğunuz yaştaydım. ‘Dünya Kataloğu’ kapanmadan önceki son sayısının arka kapağında, ilginç bir fotograf yayımlamıştı. Sabahın erken saatlerinde çekilmiş, uzayıp giden bir yolun fotografıydı bu. Altında da şunlar yazıyordu:
“‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’
“Onların veda mesajı buydu.
“‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’
“Bu sözü kendime, kendim için çok kez söylemişimdir. Şimdi ise, birazdan diplomalarını alıp, yaşama ilk adımlarınızı atacak olan size, sizin için söylüyorum:
‘Sizi aç kalmanız rahatsız etmiyorsa, aptal kalmanız da rahatsız etmeyecektir.’
“Hepinize çok teşekkürler.”

Çeviri Pelin Hazar tarafından yapılmış.


Buradan da videosunu izleyebilirsiniz:

26 Aralık 2013 Perşembe

İşte size acı gerçekler!

Dünyada Tarihi Kırılma - Emin Çapa (CNN Türk Ekonomi Müdürü)




The Broken Circle Breakdown (2012)




Son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri... Özellikle dram severler için birebir. Din-dogma, siyaset, aşk, müzik...
Hayatı, yaşamı, ölümü sorgulayan bir Belçika filmi...
Çok beğendiğim bir sahnesi ve repliği var ki buraya yazmayı çok isterim;
(Spoiler gibi değil gibi... Ama filmi izlemediyseniz okumanızı pek tavsiye etmem...)

SPOILER -  SPOILER -  SPOILER -  SPOILER -  SPOILER - 
Kime acıyorum biliyor musunuz?
Darwin'den bu yana biyolojiye zaman harcayan bilim adamlarına.
Bu harika dünyayı açıklamaya, tanımlamaya ve öğrenmeye çalışanlara.
En zor şartlarda bunu yaparak tüm hayatını harcayanlara.
Ve hâlâ evrim teorisini sorgulayan birilerinin olduğunu şu an duyanlara.
Çünkü o Yehova'ydı.
Yehova, her şeyi yarattı ve yaratılış altı gün sürdü...
4.5 milyar yıl değil yani!
Bu sizi kusturmaya yeter!
Embesil sürüsü!

Ama size bir şey söylememe izin verin. Yehova Tevrat’taki Tanrıdır. Dünyanın %80'inin önünde diz çöktüğü Tanrı bildiğimiz en kötü insanlardan bile daha kötüdür.

İncilinizi kontrol edin. Onu dikkatlice okuyun.

Yehova, geri kafalı ve kibirli olan, etnik temizlik yapan çocuk kurbanlar isteyen
ve insanların inançlarını sadistçe test eden bir manipülatör bir sadist, bir katil, bir ırkçı, bir kadın düşmanı ve bir homofobiktir.

Huzurunda tevazuyla diz çökelim ve ona şükranlarımızı sunalım diye cenneti, yeryüzünü ve insanlığı yarattığı besbelli olan bir diktatördür.
Ben bunun için yaratılmadım.

Öyle bir Tanrı'dan emir almıyorum. Ben bundan çok daha iyiyim.
Ben... Ben bir maymunum.
Ve korkuyorum.

Dostlarıma karşı nazik olmam gerektiğini aksi halde suratıma bir yumruk yiyeceğimi biliyorum.
Bunun için bir Tanrı'ya ihtiyacım yok.
Korktuğumuz için tanrılar yarattık.
Korkudan dolayı, cehaletten dolayı.
Eğer birisi bugün yıldırım Tanrı'nın öfkesidir deseydi ne derdiniz?
Yüzlerine gülüp geçerdiniz.

---------------------------------------------------------------------


Elise (Alabama):
- Biliyordum. Aslında hep biliyordum.
Gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu.
Uzun süremeyeceğini. Hayatın böyle olmadığını, cömert davranmadığını.
Birini sevmemelisin, birine bağlanmamalısın hayat seni kıskanır.
Elinden her şeyini alır ve yüzüne güler. Sana ihanet eder.


BITTI SPOILER -   BITTI SPOILER -   BITTI SPOILER -   BITTI SPOILER -   BITTI SPOILER -  

2 Ekim 2013 Çarşamba

İçtiğiniz kahve kişiliğiniz hakkında ne söylüyor?



Hayattaki tüm seçimlerimiz hepimizin karakteri hakkında bir şeyler söyler. 'Peki buna kahve seçimleri de dâhil mi' diye soruyorsanız, cevabı 'Evet'. Amerikan Mashable sitesi, kahve tercihlerine göre insanların karakterleri üzerine bir yazı yazmış. Yazı Amerikan menşeili olduğu için Türk kahvesi yer almıyor ancak artık hepimizin aşina olduğu kahve türlerinden birçok ipucu yakalamak mümkün.

Espresso - Daha çok espresso içmeyi tercih ediyorsanız, sizin arkadaş canlısı ve uyumlu olduğunuz söylenebilir. Sizin için önemli olan kahvenin tadı; nadir bulunan, insanın canını çektiren bir özellik...
Double espresso - Siz pratik ve çok çalışan birisiniz. Tek bir shot kahvenin sizin için yeterli olmayacağını çok iyi biliyorsunuz.
Triple espresso - Heyecanlı ama obsesif birisiniz. İçtiğiniz kahveler yüzünden 90'laran beri uyanıksınız.
Expresso - Zeki ama sinir bozucu birisiniz. Bilerek veya bilmeyerek espresso’nun adını yanlış söylüyorsunuz. Her iki koşulda da insanlar size biraz gıcık oluyor.
Americano - Sakin ve bilinçli bir yapınız var. Hayattaki basit şeyleri seviyorsunuz. Parkta piknik yapmak, kuşları izlemek sizi mutlu etmeye yetiyor.
Cappuccino - Sıcakkanlı ama biraz da düşüncesiz bir yapınız var. Çevrenizdekiler günlük hayatta yapmanız gerekenleri her seferinde size hatırlatmak zorunda kalıyor.
Frappuccino - Mutlu ve enerjik bir doğanız var. Kahveyi sevdiğinizi söylüyorsunuz ama sizin aslında sevdiğiniz şey dondurma...
Karton bardakta kahve - Ciddi ve işine odaklanmış birisiniz. Bu hayatta sizi tek zorlayan şey, kahve bardağınızın çok sıcak olması.
Latte - Düşünceli ama kararsız bir karakteriniz var. Bilmediğiniz denizlerde yüzmek yerine güvenli limanları tercih ediyorsunuz.
Macchiato - Geleneksel ve ketum bir karakteriniz var.
Mocha - Eğlenceyi seven ve yaratıcı birisiniz. Kahvenin tadını pek sevmiyorsunuz ancak sizi ayağa kaldıracak tek şey de kahvenin kendisi.
Soğuk kahve - Kendinden emin ve dışa dönük birisiniz. Kimsenin size hayatınızı nasıl devam ettirmeniz gerektiğini söylemesine izin vermiyorsunuz.




Asıl Kaynak: mashable.com

24 Eylül 2013 Salı

Tehlikeli Beyaz Kristal: Şeker


 

Bu yazıda  çok önemli bir sağlık konusunu internette bulduğum çeşitli sayfaların en önemli bulduğum çarpıcı gerçeklerle derlenmiş olarak toplu bir halde okuyabilirsiniz...

Şeker Tehlikesi

Bundan yaklaşık 200 yıl önce insanoğlu yılda ortalama 5 kg'dan daha az şeker tüketiyordu. Sonra yaklaşık 100 yıl önce durum değişti. 1890’larda öncelikle Amerika’yı daha sonra tüm dünyayı şekerli içecek çılgınlığı sardı. Böylece su içme ihtiyacı duyduğumuz zaman bile şeker tüketmeye başladık. Bunun sonucunda 1828 yılında yılda yaklaşık 6 kg olan şeker tüketimi 1928 de 60 kg’a çıktı. Günümüzde ise bir insanın ortalama günde 190 gr şeker yılda ise 69 kg şeker  tükettiği biliniyor.

Hiçbir besin değeri olmayan şekerin sağlığımıza doğrudan zararı var. Yapılan birçok araştırma bu zararları açıkça ortaya koydu. 19. yy. da insanların nasıl beslendiğini bir düşünün. İnsanlar tereyağı ve her türlü hayvansal yağ tüketmekte özgürdüler, istedikleri kadar yumurta yiyorlardı. Buna rağmen kalp krizi vak’aları yoktu. Tıp tarihinde kalp krizinden ilk defa 1912 yılında bir tıp dergisinde söz edildi.
1890’larda yalnızca şekerli içecekler icat edilmedi. Buğdayı pek bir besin değeri olmayan beyaz una dönüştüren değirmenlerin de aynı on yılda geliştirilmesi işleri daha da kötüleştirdi. Unun tuz ve şekerle birleşmesi üzerine Amerika’nın ve başka birçok ülkenin abur-cubur yeme kültürü oluştu
Geçen zaman içerisinde ulusların beslenme tercihleri ve sonuçları üzerine örnek olarak Fransızları ele alalım. Fransızların obeziteden ve kalp hastalıklarından etkilenme oranları Amerikalılara göre oldukça düşüktür. Fransızların beslenme alışkanlıklarına bakıldığında Amerikalılarla hemen hemen aynı oranda et tüketmelerine rağmen, onarın 4 katı oranında tereyağı, 2 katı oranında peynir yedikleri göz çarpar. Amerika’da kişi başına düşen şeker tüketimi, Fransa’dakinin 5,5 katıdır. Bu rakamlar neden Fransızların daha düşük oranda (%60 daha az) kalp-damar rahatsızlığı yaşadıklarını göstermektedir.






--------------------------------------------------------------------------------------------



Bu konu hakkında çok yazılıp çizildi. Hatta internette, e-posta zincirlerinde dolaşan ürkütücü bilgiler var, sakın ha şeker yemeyin kansere yol açıyor diye!  Öncelikle, sapla, samanı birbirinden ayırmak istiyorum bu yazıda. Çünkü bu felaket çığırganlığı yüzde yüz ispatlı değil ama bir daha ki sefere elinizi şekere atarken sizi düşündürecek hatta vazgeçtirecek arastirmalar, bilgiler var. 

Madde 1: Meyve ve sebzelerin içinde bulunan doğal şekere, vücudumuzun dönüştürdüğü haliyle glukoza, enerji üretmek için hücrelerimizin ihtiyacı var ve bu besinler bizim için çok faydalı. 

Bu yazının konusu olan sofralarımıza sinsi şekillerde giren “beyaz zehir” lakaplı sofra şekeri. Şeker kamışının rafine edilmesi sonucu elde edilmis ve faydalı tüm vitamin, mineral ve enzimlerden arınmış bir madde.


Beyaz şekerin soframızdan bazı kullanımları

kek, pasta, kurabiye
cikolatalı ürünler
konsantre meyve suları
hazır ve konserve ürünler (mısır ya da glukoz şurubu içeren)

Neden daha fazla şeker tüketir olduk?

Son yüz yılda tüm dünyada şeker tüketimi büyük miktarda arttı. Yedigimiz tatlıların yanı sıra tükettigimiz hazır ve konserve ürünlerin, paketlenmis gıdaların, fast food’ların hemen hepsinde yüksek miktarda şeker var, çoğunlukla da mısır ya da glukoz şurubu adı altında gizli. Buna konserve meyve sulari, gazozlu icecekler de dahil. Onların içinde de ya yüklü miktarda şeker ya da tatlandırıcı, şekere benzeyen kimyasallar var. 

Amerika’da 1880’lerde kişi basına yıllık seker tüketimi 2 kilo civarinda iken, 1990’larda bu rakam 13 kiloya cıkmış. Şu anda yıllık 65 kiloya ulaşmış durumda. Hesabı siz yapın artık!


Şeker ve kanser

Ne oluyor fazla seker tüketince? Vücudumuzda birçok yıkıcı etki oluşuyor. Pankreasınız doğal bir hormon olan insulini daha fazla üretmeye başlıyor ve insulin direnciniz azalıyor. Fazla insulin hücrelerde çoğalma ve büyümeyi tetikliyor. 

Peki ya başka?

Seker tüketimi bağışıklık sisteminin direncini azalttığı gibi vucutta iltahaplanmayı ve bunlara bagli kronik hastalıkları arrtırıyor. Örnegin, romatizma, artrit gibi bir çok kronik hastalığı tetikledigi kanıtlanmis seker tuketiminin. Kilo almak kolaylaşıyor, vermek zorlaşıyor. Ikinci tip diyabet hastalıkları artıyor.


Kanser hücrelerinin şekeri normal hücrelerden daha yoğun bir şekilde kullandığı biliyoruz artık. Örnegin PET Scan yapılırken vücudunuza enjekte edilen sıvı radyoaktif glukoz, yani şeker. Kanserli hücreler vücuda verilen şekeri anında emiyor, ve glukoz radyoaktif olduğu için parlak çıkıyor, bu sekilde PET Scan’de kanserin nerede oldugu tesbit edilebiliniyor. 

Bugun ki bildiklerimizle tıp kesin bir dille şeker kansere yol açar diyemiyor, ancak kanser şekeri sever diyebiliyor. Ve de yukarida bahsettigim bilgileri, sekerin bagisiklik sistemini zayıflattığını ve enflamasyonu tetikledigini teyid ediyor.

O zaman…

Ne kadar az şeker, o kadar sağlık.  Özellikle de bağışıklık sistemini güçlü tutmaları gereken kanser hastaları şekerden uzak durmalı. 

Özetlersek

Doğal haliyle, meyve ve sebzelerden aldiginiz şekeri dengeli bir sekilde tüketin.

Her öğünde tabağınızda protein, yağ, karbonhidrat hepsi beraber ve sağlıklı oranlarda olsun.  Bu da arastirmalarla kanıtlanmis, eğer seker baska maddelerle tüketilirse insulini tek başına tüketildiği şekilde ki gibi arttırmıyor. 

Konsantre formdaki şekere yanaşmayın, kutudaki meyve sulari ve gazlı iceceklerden bahsediyorum.

Tatlısız yaşayamam ille de pasta, kek yerim diyorsaniz ve hala gözünüz korkmamışsa en azından haftada bir, iki sefere ve kücük bir porsiyona indirgeyin. 


Kaynaklar:
Food, Nutrition and the Prevention of Cancer: Washington, DC: American Institute for Cancer Research; 1997.
Heber D, Bowerman S. Applying science to changing dietary patterns. J Nutr. 2001;131:3078S-3081S.


--------------------------------------------------------------------------------------------


Şeker hüznü
Tıp dünyası uyarıyor: Şeker, kanser dahil sayısız hastalığın ve erken yaşlanmanın temel sebepleri arasında. Ayrıca insanı depresyona iterek yaşama sevincini de çalıyor.
Şekeri çoğumuz severiz. Mutlu anlarımızı pastayla taçlandırır, biraz mutsuz hissetsek, moral bulmak için tatlıya sarılırız. Bazı psikologlar bu durumu, "Bilinçaltında tatsız olduğunu düşündüğümüz hayatlarımıza tat katmak için şekere sığınırız" diye açıklasa da, hayatımızı tatlandırırken bedelini çok ağır ödediğimiz ortaya çıktı. Yıllardır bilinen şişmanlatıcı özelliği bir yana, tıp dünyası kanser dahil pek çok hastalığın oluşumundan rafine şekeri sorumlu tutuyor. Kısacası, şeker tatlı ama sonuçları çok acı olabiliyor.
Konuyla ilgili kaleme alınmış en aydınlatıcı çalışmalardan biri olan "Sugar Blues (Şeker Hüznü)" isimli kitabın yazarı William Dufty, "Şeker bağımlılığı ile narkotik bağımlılıklar arasındaki fark çok azdır" diyor. Bugün dünyada kişi başı şeker tüketimi yılda 70 kg civarında. Dufty, "Bu kesinlikle bir madde kullanımıdır ve böylesi yüksek miktarda şeker tüketimi alışkanlık yapıcıdır. Uyuşturucu bağımlılığına benzer semptomlara neden olur."
"Detoks" kitabıyla tüm dünyada rekor satış elde eden Daniel Reid ise bu kadar yüksek miktarda rafine şeker vücuda girdiğinde bağışıklık sisteminin bunu toksik madde olarak kabul ettiğini söylüyor. Ve bu durumun, tüm sistemin dengesini bozacak şekilde bağışıklık tepkisini sürekli tetiklenmiş konuma geçirdiğini belirtiyor. "Bu acil durum tepkilerinden biri de pankreasın kandaki aşırı şekeri parçalamak için sürekli insülin salgılamasıdır. Zamanla pankreas fazla uyarıldığı için şişer ve tükendiği noktada diyabet başlar. Bu arada kandaki aşırı insülin aktivitesi hipofiz bezindeki büyüme hormonu salgısını durdurarak bağışıklık tepkisini ve direnci düşürür."
KALSİYUM HIRSIZI
Rafine şeker, şu an dünyanın en büyük sağlık sorunları arasında yer alan obezite ve damar sertliğinin temel sebebi. Aşırı miktarda tüketildiğinde büyük çoğunluğu karaciğer tarafından trigliseride dönüştürülüyor ve yağ olarak depolanıyor. Geri kalanı ise atardamar duvarlarına yapışan yağlı bir çamur olarak biriken kötü kolesterole çevriliyor. Şeker, osteoporozun da ana sebebi. Çünkü vücut onun yarattığı aşırı asidozu dengeleyip kendini tekrar alkalik yapabilmek için kemik ve dişlerden kalsiyum almak zorunda kalıyor. Kanserle ilişkisi ise son yıllarda bilim dünyasını harekete geçiren en önemli tespitlerden biri. Aşırı şeker tüketimi ile kanser arasındaki ilişki ilk olarak Nobel Tıp Ödüllü Alman bilim insanı Otto Warburg tarafından ortaya kondu. Warburg, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu saptadı. Ve kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullandığını açıkladı. İsveç'te 64 bin 500 kişi üzerinde 13 yılda tamamlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre ise kandaki şeker seviyesinin yükselmesi kansere davetiye çıkarıyor. Yüksek kan şekeri olan ve yağlı yiyeceklerle beslenen 49 yaş altındaki kadınlarda pankreas, cilt ve rahim kanserine yakalanma riskinin yüzde 26 arttığı ortaya çıktı. Aşırı rafine şeker tüketimi insan davranışını da etkiliyor. Bol miktarda şeker ve karbonhidrat tüketen kişilerin ani ruhsal inişçıkışlar yaşamasının ve depresyona yatkın tavırlar sergilemesinin önemli sebeplerinden biri, şekerin vücuttaki B vitaminlerini yiyip bitirmesi. 3456 orta yaşlı denek üzerinde yapılan ve sonuçları British Journal of Psychiatry'de yayımlanan bir çalışmada, bol miktarda şeker ve işlenmiş gıda tüketen kişilerin depresyona yakalanma riskinin yüzde 58 arttığı, düşük glisemik indeksli gıdalarca zengin bir beslenme uygulayanlarda ise bu riskin yüzde 26 azaldığı açıklandı. Daniel Reid, günümüzde pek çok çocukta görülen hiperaktivite, öğrenme zorluğu ve diğer davranış bozukluklarının temelinde de aşırı şeker tüketiminin yattığını söylüyor. Reid'in konuyla ilgili verdiği örnekte, Washington, D.C. Hastanesi'nde görevli Dr. C. Keith Connor tarafından yürütülen çalışmada, günlük aşırı şeker tüketiminin nişasta ile birleştiğinde çocuklarda yüksek tansiyon ve şiddet içeren davranışlara yol açtığı ortaya konuyor .
GENÇLİK DÜŞMANI
Ve işte tatlı şekerden özellikle kadınları ilgilendiren bir acı sonuç daha: Şeker yaşlandırıyor. Cildin hızla elastikiyetini kaybetmesine ve kırışmasına yol açıyor. Nasıl mı? Kan şekeri yükseldiğinde doku ve organlarda glikasyona, yani şekerlenmeye neden oluyor. Söz konusu şekerlenme destek dokularının sertleşmesine ve bozulmasına yol açarak dermal liflere zarar veriyor. Bunun sonucunda dermis giderek esnekliğini, canlılığını kaybediyor ve yüzeyde kırışıklar ortaya çıkıyor, sarkmalar başlıyor. Uzmanlar, erken yaşlanmak istemeyenlerin kesinlikle şekerden uzak durması gerektiğinin altını çiziyor. Kısacası, uzun yaşamak ve genç kalmak isteyenlerin yapması şart olan en önemli şey, şekeri terk etmek.


--------------------------------------------------------------------------------------------


Kronik hastalıkların temel nedeni olan şekerin kısa tarihi
Sanayi devrimi öncesinde şeker tüketimi çok az iken daha sonraki yıllarda tüketimde muazzam bir patlama olmuştur. Şekerler tatlı ama neden olduğu hastalıklar çok acı. Aşırı şeker tüketimi son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedenlerinin başında geliyor. Bültenin mevcut sayısını şekerin tarihine ayırdık. Çünkü şeker tarihin gidişini çok etkilemiş ve etkilemeye devam ediyor. Editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’la yaptığımız bu söyleşiyi ilgi ile izleyeceğinizden eminiz.
Siz aşırı şeker tüketimini son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedeni olarak görüyorsunuz. Eskiden fazla şeker tüketilmez miydi?
En az 5 milyon yıl olduğu tahmin edilen insan ve insansıların tarihinde şeker oldukça yeni. İnsanlar eski çağlarda ancak nadiren buldukları baldan ve yazın yedikleri meyvelerden biraz şeker alabiliyorlarmış
Siz aşırı şeker tüketimini son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedeni olarak görüyorsunuz. Eskiden fazla şeker tüketilmez miydi?
En az 5 milyon yıl olduğu tahmin edilen insan ve insansıların tarihinde şeker oldukça yeni. İnsanlar eski çağlarda ancak nadiren buldukları baldan ve yazın yedikleri meyvelerden biraz şeker alabiliyorlarmış. Zaten tarım öncesi çağlardaki yabani meyvelerin şekeri günümüzdekilerle kıyaslanmayacak kadar daha azdı. Yaklaşık 10.000 yıl kadar önce Tarım Devrimi başladı ve insanlar yabani meyveleri de ehlileştirdiler ve bu meyveler daha tatlı oldu.  İnsanlar asırlar boyunca, hurma, üzüm, elma ve armut gibi yoğun şekerli meyvelerin suyunu sıkarak “şeker” niyetine kullandılar. Zaman içinde bu meyvelerin sularını kaynatıp, pekmez yapmayı da öğrendiler (1).
Şeker kamışı şekerinin anavatanı olarak Hindistan, Doğu ve Güneydoğu Asya kabul ediliyor.  Buradaki insanlar 5.000 yılı aşkın süredir şeker kamışından şeker elde etmişler. İlk önceleri insanlar sadece kamışı çiğnemişler. Daha sonra Hintliler şeker kamışını sıkmışlar, kaynatarak konsantre etmişler ve daha uzun dayanmasını sağlamışlar. Zamanla pekmez kıvamındaki şeker kamışının bir müddet sonra kristalleştiğini keşfetmişler. Sonra da dibe çöken bu kristalleri alıp suyunu buharlaştırıp kristal şeker elde etmişler. Bunu keşfettiklerinde tarih yaklaşık MS 350. Kristalleştirmelerinin amacı şekerin çabuk bozulmaması, dayanıklı olması.
Doğal kristal şeker dünyaya nasıl yayılmış?
Şeker konusundaki net belgeler MÖ 510 yılına dayanıyor. O tarihlerde Hindistan’a sefer yapan Pers İmparatoru Darius, İndus Nehri boyunca şeker kamışı yetiştirildiğini ve halkın bunu gıdaları tatlandırmak için kullandıklarını görmüş. O zamana dek gıdalarını tatlandırmada bal kullanan Pers halkı şeker kamışına “arı olmadan bal üreten kamış” adını vermiş.
MS 7. yüzyılda İran’ı işgal eden Araplar şeker kamışı ile tanışmış. Araplar girişimciler 8. ve 13. yüzyıllar arasında şeker üretim tekniklerini büyük ölçekli sanayiye dönüştürmüşler; ilk büyük ölçekli şeker imalathanelerini, rafinerilerini, fabrikalarını ve üretim alanlarını oluşturmuşlar. Buradan da şekeri Kuzey Afrika ve Avrupa’ya yaymışlar. Ama o dönemde şeker pahalı imiş, nerdeyse altın kadar kıymetliymiş. O nedenle şekeri ancak zengin bir azınlık tüketebiliyormuş. Avrupa ticareti, İpek yolu ticaretini elinde tutan Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve Venediklerin elinde imiş.
Şeker kamışı Avrupa’da niye ekilmemiş?
Avrupa ikilimi şeker kamışı üretimine uygun değil de onun için.  Geliri yüksek bir bitki olması dolayısıyla Portekiz ve İspanya gibi büyük keşifçi ülkeler şeker kamışı yetiştirebilecekleri yeni yerler aramaya koyulmuşlar. Amerika’nın keşfinden sonra, 1493 yılında Kristof Kolomb deneme dikimleri yapmak üzere Karayip Adaları’na şeker kamışı götürmüş. Şeker kamışı buradaki bol güneş ışığı, yoğun yağmur ve verimli toprak şartlarına son derece güzel uyum sağlamış, hatta dünyanın diğer kısımlarında ekilenlerden daha hızlı büyüyormuş.
Bunun üzerine Amerika’da çılgınca şeker kamışı ekilmeye başlanmış. Öyle ki Amerika’nın keşfinden sonraki 50 yıl içinde Antilerde en az 4-5bin şeker fabrikası kurulmuş. Şeker üretimi tamamıyla ihracata yönelik olarak yapılıyormuş ve yerli halkın tamamı kamış tarımı amacıyla istihdam edilmiş. Sanayi gelişip daha fazla işçiye ihtiyaç duyulunca tarlalarda çalıştırılmak üzere Afrika’dan köleler getirilmiş.
Aslında şeker aynı zamanda kölelik sisteminin tekrar canlanmasına neden oldu. Köle işçiliği üretim maliyetlerinin düşmesini ve fiyatların Doğu’dan ithal edilen kamış şekeri fiyatlarının çok daha altında oluşmasını sağladı (2). Bu durum Osmanlı ve Venediklilerin ekonomisinin çökmesine de neden oldu. Dikkat ederseniz bu dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve gerileme dönemlerine denk düşüyor.
Demek ki Osmanlı’nın çökmesi tamamen ekonomik. Hiç böyle düşünmemiştim. Aslında Dünyanın tarihi bir yerde şekerin de tarihi değil mi hocam?
Evet, hem de kölelik ve sömürgeciliğin de tarihi. Bu arada sömürgeciler bu köleleri ve yerli halkı boğaz tokluğuna çalıştırmakla kalmamışlar, yiyecekleri gıdalarını ektikleri tarlaları da şeker kamışı tarlalarına dönüştürerek açlık ve beslenme yetersizliğine neden olmuşlar. Sonuçta Aztek’ler ve Maya’lar gibi büyük kızılderili medeniyetleri yok olmuş.
Başkaları tatlı yiyebilsinler diye bazı insanlar acı çekmiş yani.
Evet, maalesef öyle
Ancak, 17. yüzyıl başlarında Almanlar şeker pancarından şeker üretilebileceğini fark ettikten sonra Avrupa’da şeker tüketimi artmaya başlamış. 19. yüzyıl başlarında endüstri devrimi ile birlikte daha çok ve daha çabuk para kazanmak amacı ile fabrikasyon şeker üretimine geçilmiş. Daha önce sadece şeker kamışından elde edilen ve ancak zenginlerin sofrasında olan şeker, böylece gelir düzeyi çok yüksek olmayanların da kolay satın alabileceği bir ürün haline gelmiş ve şeker tüketimi çılgıncasına artmaya başlamış. Mesela İngiltere’de 1750′lerde 2,5-3kg/yıl olan kişi başı şeker tüketimi, 1850′lerde 11kg/yıl, 1950′lerde 54 kg/yıl, günümüzde ise 75 kg/yıl’a yükselmiş(3). ABD’de 19. yüzyılın sonlarına doğru yıllık kişi başı şeker tüketimi 2,3kg düzeyinde iken bugün 75kg’a yükselmiş.
1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg daha fazla unlu mamul tüketmişler.  ABD’de son 35 yılda früktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200gr’dan 34kg’a yükselmiş (4).
Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ithal edilen az miktardaki şeker tüketilirmiş ve haliyle bu şekeri de ancak zenginler alabilirmiş. Hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilk şeker fabrikalarının açılması ekonomideki en önemli olaylardı. Çocukluğumun geçtiği 50’li-60’lı yıllarda bile şeker o kadar kıymetliydi ki İstanbul’da bile misafirliğe gidildiğinde ziyaret edilen eve hediye olarak 1-2 kg toz şeker götürülürdü.
Şekerin esas zararlarına geçmeden önce şunu da vurgulamak gerekiyor. Daha çok şeker pancarı elde etmek için, çok miktarda suni gübre kullanılmış, eskiden küçük boyda olan pancarlar şimdilerde eskinin 5-10 katı büyüklüğe erişmiş. Tabii bu arada topraktaki tüm zararlı kimyasallar pancar aracılığı ile şekere işliyor, şeker rafine edilip beyazlatılırken ayrıca kimyasallar alıyor ve tüm bu zararlı kimyasallar şeker aracılığı ile insan vücuduna giriyor.
KAYNAKLAR
2.     Dünya Şeker Sanayinin Tarihçesi – www.kutahyaseker.com.tr
3.     en.wikipedia.org/wiki/Franz_Carl_Achard
4.     Murray CJL, Lopez AD. Alternative projections of mortality and disability by cause 1990-2020: Global Burden of Disease Study. Lancet 1997;  349: 1498-1504
 

Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı 


--------------------------------------------------------------------------------------------


20 Mayıs 2013 Pazartesi

Anderson Danışmanlık (Kaşık tasarrufu)


Geçen hafta bir akşam arkadaşlarla yemeğe gittik. Lokantada siparişimizi alan garsonun, gömlek cebinde bir kaşık taşıdığını fark ettim. Önce biraz garip geldi, ama fazla dikkat etmedim. Daha sonra, masaya su ve çatal kaşık getiren kominin de cebinde bir kaşık taşıdığını gördüm. Salona baktığımda tüm garsonların cebinde birer kaşık taşıdığını anladım. Siparişlerimizi kontrol etmeye gelen garsona:
- "Neden kaşık?" diye sordum.
- "Şöyle anlatayım," diyerek söze başladı,
- "Lokantanın sahipleri Andersen Danışmanlık’tan, yaptığımız işlerle ilgili danışmanlık aldılar. Aylar süren istatistiksel analizlerden sonra müşterilerin kaşıklarını, çatal bıçaklara oranla %74 daha sık düşürdüğüne karar verildi. Bu durumda, masa başına saatte düsen kaşık adedinin üç olduğunu gördüler. Garsonlarımızın bu duruma karşı hazırlıklı olmalarıyla, mutfağa gidip gelmelerden yapacağımız tasarruf, vardiya başına saatte bir buçuk adam ediyor." Konuşmamız bittiğinde arka masadan metalik bir ses duydum. O anda garson, yere düşen kaşık yerine cebindekini koyarken
- "Bir daha ki mutfağa gidişimde yeni bir kaşık alacağım, böylece fazladan mutfağa gidip gelmeme gerek kalmıyor," dedi. Etkilenmiştim;
Garson masadaki diğer siparişlerle ilgilenirken ben de çevremi incelemeye koyuldum. Bu sefer dikkatimi başka bir şey çekti. Garsonların tümünün fermuarlarından dışarı incecik ipler sarkıyordu. Merakıma yenik düşüp garson uzaklaşmadan sordum:
- "Özür dilerim, şuradan sallanan ip ne işinize yarıyor, söyler misiniz?"
- "Tabii ki!" diye yanıtladı, sesini alçaltarak.
- "Herkes sizin gibi iyi bir gözlemci değil. Bu bahsettiğim danışmanlık firması tuvaletlerde de zaman kazanabileceğimizi keşfetti."
- "Nasıl yani?"
- "Bakın," diye devam etti,
- "İpin ucunu şeyimize bağladığımız zaman pisuar önünde elimizi değdirmeden dışarı çekebiliyoruz, böylece elimizi yıkamaya gerek kalmadığı için tuvalette harcadığımız sureyi %76 oranında azaltmış oluyoruz."
- "Tamam, mantıklı... Ama bu ip dışarı çıkmasına yardımcı oluyor da, geriye nasıl sokuyorsunuz?"
- "Şey," diye fısıldadı, sesini iyice alçaltarak,
- "Başkalarını bilmiyorum ama ben kaşığı kullanıyorum."

3 Mart 2013 Pazar

Herve Jancqueur'ün iş başvurusu

DÜNYANIN EN İLGİNÇ İŞ BAŞVURUSU:


Fransa McDonald's personel danışmanlığını yapan DHR firmasına yapılan ''gerçek'' bir iş başvurusu.

1. Adınız Soyadınız:
Herve JANCQUEUR

2.Yaşınız:
28

3) Şirketimizdeki hangi pozisyon için başvuruyorsunuz?
Mümkünse yatay bir pozisyon için. Eğer daha ciddi bir cevap istiyorsanız, ne iş olsa yaparım. Şart öne sürebilecek durumda olsaydım, burada olmazdım.

4. Düşündüğünüz ücret:
 Yıllık 800 bin Frank maaş artı şirketin yüzde 3 hissesi. Eğer bu mümkün değilse, siz bir ücret önerin, ben size evet yahut hayır diyeyim.

5.Eğitiminiz:
Var!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

6.Son İşiniz:
Sadist bir şefin deneme tahtası olmak.

7.Son ücretiniz:
Hak ettiğimin çok altında.

8.Önemli başarılarınız:
Arakladığım kalemlerden muhteşem bir koleksiyonum var; evde sergiliyorum.

9.İşten ayrılma sebebiniz:
Sadist bir şefin deneme tahtası olmak dedik yaa…

10.Size ulaşabileceğimiz saatler:
Fark etmez.

11.Çalışmak istediğiniz saatler:
Pazartesi, salı ve perşembe 13.00-15.00 arası.

12. Öne çıkan özellikleriniz var mı ?
Olduğunu söyleyenler var. Ama bunu bir fast-food'da değil de, daha romantik bir yerde konuşsak...

13.Şimdiki işvereninizle görüşebilir miyiz?
İşverenim olsa burada olmazdım...

14. Fizik durumunuz 20 kilogramdan fazla taşımanıza engel mi?
Belli olmaz, ne taşıdığıma bağlı...

15. Otomobiliniz var mı ?
Evet, ama soru yanlış sorulmuş. ''Çalışır durumda bir otomobiliniz var mı?' diye sorsaydınız, cevabım farklı olurdu.

16.Daha önce bir yarışma veya bir madalya kazandınız mı?
Madalyam yok ama lotoda iki kere 3 tutturdum.

17.Sigara içiyor musunuz?
Otlanacak bir enayi bulabilirsem.

18.Beş yıl sonra ne yapmayı hayal ediyorsunuz.
Bana tapan, zengin bir topmodelle Bahama Adaları'nda yaşamayı. Bir yolunu biliyorsanız bunu beş yıl beklemeden de yapabilirim.

19.Yukarıdaki bilgilerin doğruluğunu taahhüt ediyormusunuz?
Hayır, ama sıkıyorsa aksini iddia edin.

20.Sizi bu başvuruyu yapmaya iten gerçek sebep nedir ?
Birbiriyle tutarsız iki cevabım var:
İnsan sevgisi,hümanizm ve tüketicilerin iyi beslenmesine katkıda bulunma arzum.
Gırtlağıma kadar borca batmış olmam…

Sonuç : Herve Jancqueur işe alındı…

3 Şubat 2013 Pazar

Set Fire To The Rain - Ateşe Verdim Yağmuru

Mükemmel bir ses, mükemmel bir yorum, harika bir şarkı!

Bu Orjinali: Adele - Set fire to the rain

Bu da konser kaydı: Adele - Set Fire To The Rain (Live at The Royal Albert Hall)



I let it fall, my heart,
And as it fell, you rose to claim it
It was dark and I was over
Until you kissed my lips and you saved me

My hands, they're strong
But my knees were far too weak
To stand in your arms
Without falling to your feet

But there's a side to you
That I never knew, never knew.
All the things you'd say
They were never true, never true,
And the games you play
You would always win, always win.

But I set fire to the rain,
Watched it pour as I touched your face,
Well, it burned while I cried
'Cause I heard it screaming out your name, your name!

When I lay with you
I could stay there
Close my eyes
Feel you're here forever
You and me together
Nothing gets better

'Cause there's a side to you
That I never knew, never knew,
All the things you'd say,
They were never true, never true,
And the games you play
You would always win, always win.

But I set fire to the rain,
Watched it pour as I touched your face,
Well, it burned while I cried
'Cause I heard it screaming out your name, your name!

I set fire to the rain
And I threw us into the flames
Well, it felt something died
'Cause I knew that that was the last time, the last time!

Sometimes I wake up by the door,
That heart you caught, must be waiting for you
Even now that we're already over
I can't help myself from looking for you.

I set fire to the rain,
Watch it pour as I touch your face,
Well, it burned while I cried
'Cause I heard it screaming out your name, your name

I set fire to the rain,
And I threw us into the flames
Well, it felt something died
'Cause I knew that was the last time
The last time, oh, oh!
İzin verdim kalbimin düşmesine
Ve o düşerken, sen kalkıp onu aldın.
Karanlıktı ve ben bitmiştim
Ta ki sen dudaklarımı öpüp beni kurtarana kadar

Ellerim güçlüdür.
Ama dizlerim çok zayıf.
Ayaklarına düşmeden
Senin kollarında duramayacak kadar

Ama senin bir tarafın var
Hiç bilmediğim, bilmediğim
Söylediğin tüm şeyler
Asla doğru değildi, doğru değildi
Ve oynadığın oyunlarda
Hep sen kazanırdın, hep sen.

Ama ben ateşe verdim yağmuru,
Yağışını izledim yüzüne dokunurken,
O yandı ben ağlarken
Çünkü ismini bağırdığını duydum, senin ismini

Yanına uzandığımda
Orada kalabilirdim
Gözlerimi kapatır
Sonsuza dek orada olduğunu hissederdim.
Sen ve ben, birlikte
Bundan iyisi olamaz

Çünkü bir tarafın var senin
Hiç bilmediğim, bilmediğim
Söylediğin tüm şeyler
Asla doğru değildi, doğru değildi
Ve oynadığın oyunlarda
Hep sen kazanırdın, hep sen.

Ama ben ateşe verdim yağmuru,
Yağışını izledim yüzüne dokunurken,
O yandı ben ağlarken
Çünkü ismini bağırdığını duydum, senin ismini



Ateşe verdim yağmuru
Ve bizi de attım alevlere
Bir şeylerin öldüğünü hissetim.
Çünkü biliyordum ki bu sondu, sondu.


Bazen kapının yanında uyanıyorum,
Çaldığın şu kalp, seni bekliyor olmalı
Şimdi ayrılmış olsak bile
Kendimi seni aramaktan alıkoyamıyorum.

Ateşe verdim yağmuru,
Yağışını izledim yüzüne dokunurken,
O yandı ben ağlarken
Çünkü ismini bağırdığını duydum, senin ismini


Ateşe verdim yağmuru
Ve bizi de attım alevlere
Bir şeylerin öldüğünü hissettim.
Çünkü biliyordum ki bu sondu, sondu.

Bırak yansın!

6 Ocak 2013 Pazar

Leonard Cohen - Lover Lover Lover - TÜRKÇESİYLE


Mükemmel bir şarkı daha!
Dinlemek için burdan buyrun:
Farklı yorumu ile izlemek için de burdan:




I asked my father,
I said, "Father change my name."
The one I'm using now it's covered up
with fear and filth and cowardice and shame.
Yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me,
yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me.

Babamdan diledim,
"Baba değiştir şu adımı"
şimdi kullandığım adım, kaplanmış
korkuyla, kirle, ödleklikle ve utançla

evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri
evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri



He said, "I locked you in this body,
I meant it as a kind of trial.
You can use it for a weapon,
or to make some woman smile."

Yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me
yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me.

Dedi "kilitledim seni işte bu bedene
bunu bir çeşit imtihan olarak yaptım
onu bir silah gibi de kullanabilirsin
gülümsemesini de sağlayabilirsin bir kadının"

evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri
evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri



"Then let me start again," I cried,
"please let me start again,
I want a face that's fair this time,
I want a spirit that is calm."

Yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me
yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me.

"O zaman bırak baştan başlayayım" diye haykırdım
"lütfen bırak da baştan başlayayım"adil bir yüz istiyorum bu sefer
ve sakin bir ruh

evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri
evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri



"I never never turned aside," he said,
"I never walked away.
It was you who built the temple,
it was you who covered up my face."

Yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me
yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me.

"Seni hiç yüzüstü bırakmadım" dedi
"asla dönüp gitmedim
sendin o tapınağı inşa edip
suratımı örten"

evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri
evet seven seven seven seven seven seven seven bana dön geri



And may the spirit of this song,
may it rise up pure and free.
May it be a shield for you,
a shield against the enemy.

Yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me
yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me.

Yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me
yes and lover, lover, lover, lover, lover, lover, lover come back to me.