24 Eylül 2013 Salı

Tehlikeli Beyaz Kristal: Şeker


 

Bu yazıda  çok önemli bir sağlık konusunu internette bulduğum çeşitli sayfaların en önemli bulduğum çarpıcı gerçeklerle derlenmiş olarak toplu bir halde okuyabilirsiniz...

Şeker Tehlikesi

Bundan yaklaşık 200 yıl önce insanoğlu yılda ortalama 5 kg'dan daha az şeker tüketiyordu. Sonra yaklaşık 100 yıl önce durum değişti. 1890’larda öncelikle Amerika’yı daha sonra tüm dünyayı şekerli içecek çılgınlığı sardı. Böylece su içme ihtiyacı duyduğumuz zaman bile şeker tüketmeye başladık. Bunun sonucunda 1828 yılında yılda yaklaşık 6 kg olan şeker tüketimi 1928 de 60 kg’a çıktı. Günümüzde ise bir insanın ortalama günde 190 gr şeker yılda ise 69 kg şeker  tükettiği biliniyor.

Hiçbir besin değeri olmayan şekerin sağlığımıza doğrudan zararı var. Yapılan birçok araştırma bu zararları açıkça ortaya koydu. 19. yy. da insanların nasıl beslendiğini bir düşünün. İnsanlar tereyağı ve her türlü hayvansal yağ tüketmekte özgürdüler, istedikleri kadar yumurta yiyorlardı. Buna rağmen kalp krizi vak’aları yoktu. Tıp tarihinde kalp krizinden ilk defa 1912 yılında bir tıp dergisinde söz edildi.
1890’larda yalnızca şekerli içecekler icat edilmedi. Buğdayı pek bir besin değeri olmayan beyaz una dönüştüren değirmenlerin de aynı on yılda geliştirilmesi işleri daha da kötüleştirdi. Unun tuz ve şekerle birleşmesi üzerine Amerika’nın ve başka birçok ülkenin abur-cubur yeme kültürü oluştu
Geçen zaman içerisinde ulusların beslenme tercihleri ve sonuçları üzerine örnek olarak Fransızları ele alalım. Fransızların obeziteden ve kalp hastalıklarından etkilenme oranları Amerikalılara göre oldukça düşüktür. Fransızların beslenme alışkanlıklarına bakıldığında Amerikalılarla hemen hemen aynı oranda et tüketmelerine rağmen, onarın 4 katı oranında tereyağı, 2 katı oranında peynir yedikleri göz çarpar. Amerika’da kişi başına düşen şeker tüketimi, Fransa’dakinin 5,5 katıdır. Bu rakamlar neden Fransızların daha düşük oranda (%60 daha az) kalp-damar rahatsızlığı yaşadıklarını göstermektedir.






--------------------------------------------------------------------------------------------



Bu konu hakkında çok yazılıp çizildi. Hatta internette, e-posta zincirlerinde dolaşan ürkütücü bilgiler var, sakın ha şeker yemeyin kansere yol açıyor diye!  Öncelikle, sapla, samanı birbirinden ayırmak istiyorum bu yazıda. Çünkü bu felaket çığırganlığı yüzde yüz ispatlı değil ama bir daha ki sefere elinizi şekere atarken sizi düşündürecek hatta vazgeçtirecek arastirmalar, bilgiler var. 

Madde 1: Meyve ve sebzelerin içinde bulunan doğal şekere, vücudumuzun dönüştürdüğü haliyle glukoza, enerji üretmek için hücrelerimizin ihtiyacı var ve bu besinler bizim için çok faydalı. 

Bu yazının konusu olan sofralarımıza sinsi şekillerde giren “beyaz zehir” lakaplı sofra şekeri. Şeker kamışının rafine edilmesi sonucu elde edilmis ve faydalı tüm vitamin, mineral ve enzimlerden arınmış bir madde.


Beyaz şekerin soframızdan bazı kullanımları

kek, pasta, kurabiye
cikolatalı ürünler
konsantre meyve suları
hazır ve konserve ürünler (mısır ya da glukoz şurubu içeren)

Neden daha fazla şeker tüketir olduk?

Son yüz yılda tüm dünyada şeker tüketimi büyük miktarda arttı. Yedigimiz tatlıların yanı sıra tükettigimiz hazır ve konserve ürünlerin, paketlenmis gıdaların, fast food’ların hemen hepsinde yüksek miktarda şeker var, çoğunlukla da mısır ya da glukoz şurubu adı altında gizli. Buna konserve meyve sulari, gazozlu icecekler de dahil. Onların içinde de ya yüklü miktarda şeker ya da tatlandırıcı, şekere benzeyen kimyasallar var. 

Amerika’da 1880’lerde kişi basına yıllık seker tüketimi 2 kilo civarinda iken, 1990’larda bu rakam 13 kiloya cıkmış. Şu anda yıllık 65 kiloya ulaşmış durumda. Hesabı siz yapın artık!


Şeker ve kanser

Ne oluyor fazla seker tüketince? Vücudumuzda birçok yıkıcı etki oluşuyor. Pankreasınız doğal bir hormon olan insulini daha fazla üretmeye başlıyor ve insulin direnciniz azalıyor. Fazla insulin hücrelerde çoğalma ve büyümeyi tetikliyor. 

Peki ya başka?

Seker tüketimi bağışıklık sisteminin direncini azalttığı gibi vucutta iltahaplanmayı ve bunlara bagli kronik hastalıkları arrtırıyor. Örnegin, romatizma, artrit gibi bir çok kronik hastalığı tetikledigi kanıtlanmis seker tuketiminin. Kilo almak kolaylaşıyor, vermek zorlaşıyor. Ikinci tip diyabet hastalıkları artıyor.


Kanser hücrelerinin şekeri normal hücrelerden daha yoğun bir şekilde kullandığı biliyoruz artık. Örnegin PET Scan yapılırken vücudunuza enjekte edilen sıvı radyoaktif glukoz, yani şeker. Kanserli hücreler vücuda verilen şekeri anında emiyor, ve glukoz radyoaktif olduğu için parlak çıkıyor, bu sekilde PET Scan’de kanserin nerede oldugu tesbit edilebiliniyor. 

Bugun ki bildiklerimizle tıp kesin bir dille şeker kansere yol açar diyemiyor, ancak kanser şekeri sever diyebiliyor. Ve de yukarida bahsettigim bilgileri, sekerin bagisiklik sistemini zayıflattığını ve enflamasyonu tetikledigini teyid ediyor.

O zaman…

Ne kadar az şeker, o kadar sağlık.  Özellikle de bağışıklık sistemini güçlü tutmaları gereken kanser hastaları şekerden uzak durmalı. 

Özetlersek

Doğal haliyle, meyve ve sebzelerden aldiginiz şekeri dengeli bir sekilde tüketin.

Her öğünde tabağınızda protein, yağ, karbonhidrat hepsi beraber ve sağlıklı oranlarda olsun.  Bu da arastirmalarla kanıtlanmis, eğer seker baska maddelerle tüketilirse insulini tek başına tüketildiği şekilde ki gibi arttırmıyor. 

Konsantre formdaki şekere yanaşmayın, kutudaki meyve sulari ve gazlı iceceklerden bahsediyorum.

Tatlısız yaşayamam ille de pasta, kek yerim diyorsaniz ve hala gözünüz korkmamışsa en azından haftada bir, iki sefere ve kücük bir porsiyona indirgeyin. 


Kaynaklar:
Food, Nutrition and the Prevention of Cancer: Washington, DC: American Institute for Cancer Research; 1997.
Heber D, Bowerman S. Applying science to changing dietary patterns. J Nutr. 2001;131:3078S-3081S.


--------------------------------------------------------------------------------------------


Şeker hüznü
Tıp dünyası uyarıyor: Şeker, kanser dahil sayısız hastalığın ve erken yaşlanmanın temel sebepleri arasında. Ayrıca insanı depresyona iterek yaşama sevincini de çalıyor.
Şekeri çoğumuz severiz. Mutlu anlarımızı pastayla taçlandırır, biraz mutsuz hissetsek, moral bulmak için tatlıya sarılırız. Bazı psikologlar bu durumu, "Bilinçaltında tatsız olduğunu düşündüğümüz hayatlarımıza tat katmak için şekere sığınırız" diye açıklasa da, hayatımızı tatlandırırken bedelini çok ağır ödediğimiz ortaya çıktı. Yıllardır bilinen şişmanlatıcı özelliği bir yana, tıp dünyası kanser dahil pek çok hastalığın oluşumundan rafine şekeri sorumlu tutuyor. Kısacası, şeker tatlı ama sonuçları çok acı olabiliyor.
Konuyla ilgili kaleme alınmış en aydınlatıcı çalışmalardan biri olan "Sugar Blues (Şeker Hüznü)" isimli kitabın yazarı William Dufty, "Şeker bağımlılığı ile narkotik bağımlılıklar arasındaki fark çok azdır" diyor. Bugün dünyada kişi başı şeker tüketimi yılda 70 kg civarında. Dufty, "Bu kesinlikle bir madde kullanımıdır ve böylesi yüksek miktarda şeker tüketimi alışkanlık yapıcıdır. Uyuşturucu bağımlılığına benzer semptomlara neden olur."
"Detoks" kitabıyla tüm dünyada rekor satış elde eden Daniel Reid ise bu kadar yüksek miktarda rafine şeker vücuda girdiğinde bağışıklık sisteminin bunu toksik madde olarak kabul ettiğini söylüyor. Ve bu durumun, tüm sistemin dengesini bozacak şekilde bağışıklık tepkisini sürekli tetiklenmiş konuma geçirdiğini belirtiyor. "Bu acil durum tepkilerinden biri de pankreasın kandaki aşırı şekeri parçalamak için sürekli insülin salgılamasıdır. Zamanla pankreas fazla uyarıldığı için şişer ve tükendiği noktada diyabet başlar. Bu arada kandaki aşırı insülin aktivitesi hipofiz bezindeki büyüme hormonu salgısını durdurarak bağışıklık tepkisini ve direnci düşürür."
KALSİYUM HIRSIZI
Rafine şeker, şu an dünyanın en büyük sağlık sorunları arasında yer alan obezite ve damar sertliğinin temel sebebi. Aşırı miktarda tüketildiğinde büyük çoğunluğu karaciğer tarafından trigliseride dönüştürülüyor ve yağ olarak depolanıyor. Geri kalanı ise atardamar duvarlarına yapışan yağlı bir çamur olarak biriken kötü kolesterole çevriliyor. Şeker, osteoporozun da ana sebebi. Çünkü vücut onun yarattığı aşırı asidozu dengeleyip kendini tekrar alkalik yapabilmek için kemik ve dişlerden kalsiyum almak zorunda kalıyor. Kanserle ilişkisi ise son yıllarda bilim dünyasını harekete geçiren en önemli tespitlerden biri. Aşırı şeker tüketimi ile kanser arasındaki ilişki ilk olarak Nobel Tıp Ödüllü Alman bilim insanı Otto Warburg tarafından ortaya kondu. Warburg, kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu saptadı. Ve kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullandığını açıkladı. İsveç'te 64 bin 500 kişi üzerinde 13 yılda tamamlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre ise kandaki şeker seviyesinin yükselmesi kansere davetiye çıkarıyor. Yüksek kan şekeri olan ve yağlı yiyeceklerle beslenen 49 yaş altındaki kadınlarda pankreas, cilt ve rahim kanserine yakalanma riskinin yüzde 26 arttığı ortaya çıktı. Aşırı rafine şeker tüketimi insan davranışını da etkiliyor. Bol miktarda şeker ve karbonhidrat tüketen kişilerin ani ruhsal inişçıkışlar yaşamasının ve depresyona yatkın tavırlar sergilemesinin önemli sebeplerinden biri, şekerin vücuttaki B vitaminlerini yiyip bitirmesi. 3456 orta yaşlı denek üzerinde yapılan ve sonuçları British Journal of Psychiatry'de yayımlanan bir çalışmada, bol miktarda şeker ve işlenmiş gıda tüketen kişilerin depresyona yakalanma riskinin yüzde 58 arttığı, düşük glisemik indeksli gıdalarca zengin bir beslenme uygulayanlarda ise bu riskin yüzde 26 azaldığı açıklandı. Daniel Reid, günümüzde pek çok çocukta görülen hiperaktivite, öğrenme zorluğu ve diğer davranış bozukluklarının temelinde de aşırı şeker tüketiminin yattığını söylüyor. Reid'in konuyla ilgili verdiği örnekte, Washington, D.C. Hastanesi'nde görevli Dr. C. Keith Connor tarafından yürütülen çalışmada, günlük aşırı şeker tüketiminin nişasta ile birleştiğinde çocuklarda yüksek tansiyon ve şiddet içeren davranışlara yol açtığı ortaya konuyor .
GENÇLİK DÜŞMANI
Ve işte tatlı şekerden özellikle kadınları ilgilendiren bir acı sonuç daha: Şeker yaşlandırıyor. Cildin hızla elastikiyetini kaybetmesine ve kırışmasına yol açıyor. Nasıl mı? Kan şekeri yükseldiğinde doku ve organlarda glikasyona, yani şekerlenmeye neden oluyor. Söz konusu şekerlenme destek dokularının sertleşmesine ve bozulmasına yol açarak dermal liflere zarar veriyor. Bunun sonucunda dermis giderek esnekliğini, canlılığını kaybediyor ve yüzeyde kırışıklar ortaya çıkıyor, sarkmalar başlıyor. Uzmanlar, erken yaşlanmak istemeyenlerin kesinlikle şekerden uzak durması gerektiğinin altını çiziyor. Kısacası, uzun yaşamak ve genç kalmak isteyenlerin yapması şart olan en önemli şey, şekeri terk etmek.


--------------------------------------------------------------------------------------------


Kronik hastalıkların temel nedeni olan şekerin kısa tarihi
Sanayi devrimi öncesinde şeker tüketimi çok az iken daha sonraki yıllarda tüketimde muazzam bir patlama olmuştur. Şekerler tatlı ama neden olduğu hastalıklar çok acı. Aşırı şeker tüketimi son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedenlerinin başında geliyor. Bültenin mevcut sayısını şekerin tarihine ayırdık. Çünkü şeker tarihin gidişini çok etkilemiş ve etkilemeye devam ediyor. Editörümüz Prof. Dr. Ahmet Aydın’la yaptığımız bu söyleşiyi ilgi ile izleyeceğinizden eminiz.
Siz aşırı şeker tüketimini son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedeni olarak görüyorsunuz. Eskiden fazla şeker tüketilmez miydi?
En az 5 milyon yıl olduğu tahmin edilen insan ve insansıların tarihinde şeker oldukça yeni. İnsanlar eski çağlarda ancak nadiren buldukları baldan ve yazın yedikleri meyvelerden biraz şeker alabiliyorlarmış
Siz aşırı şeker tüketimini son yıllarda müthiş artış gösteren birçok kronik hastalığın ana nedeni olarak görüyorsunuz. Eskiden fazla şeker tüketilmez miydi?
En az 5 milyon yıl olduğu tahmin edilen insan ve insansıların tarihinde şeker oldukça yeni. İnsanlar eski çağlarda ancak nadiren buldukları baldan ve yazın yedikleri meyvelerden biraz şeker alabiliyorlarmış. Zaten tarım öncesi çağlardaki yabani meyvelerin şekeri günümüzdekilerle kıyaslanmayacak kadar daha azdı. Yaklaşık 10.000 yıl kadar önce Tarım Devrimi başladı ve insanlar yabani meyveleri de ehlileştirdiler ve bu meyveler daha tatlı oldu.  İnsanlar asırlar boyunca, hurma, üzüm, elma ve armut gibi yoğun şekerli meyvelerin suyunu sıkarak “şeker” niyetine kullandılar. Zaman içinde bu meyvelerin sularını kaynatıp, pekmez yapmayı da öğrendiler (1).
Şeker kamışı şekerinin anavatanı olarak Hindistan, Doğu ve Güneydoğu Asya kabul ediliyor.  Buradaki insanlar 5.000 yılı aşkın süredir şeker kamışından şeker elde etmişler. İlk önceleri insanlar sadece kamışı çiğnemişler. Daha sonra Hintliler şeker kamışını sıkmışlar, kaynatarak konsantre etmişler ve daha uzun dayanmasını sağlamışlar. Zamanla pekmez kıvamındaki şeker kamışının bir müddet sonra kristalleştiğini keşfetmişler. Sonra da dibe çöken bu kristalleri alıp suyunu buharlaştırıp kristal şeker elde etmişler. Bunu keşfettiklerinde tarih yaklaşık MS 350. Kristalleştirmelerinin amacı şekerin çabuk bozulmaması, dayanıklı olması.
Doğal kristal şeker dünyaya nasıl yayılmış?
Şeker konusundaki net belgeler MÖ 510 yılına dayanıyor. O tarihlerde Hindistan’a sefer yapan Pers İmparatoru Darius, İndus Nehri boyunca şeker kamışı yetiştirildiğini ve halkın bunu gıdaları tatlandırmak için kullandıklarını görmüş. O zamana dek gıdalarını tatlandırmada bal kullanan Pers halkı şeker kamışına “arı olmadan bal üreten kamış” adını vermiş.
MS 7. yüzyılda İran’ı işgal eden Araplar şeker kamışı ile tanışmış. Araplar girişimciler 8. ve 13. yüzyıllar arasında şeker üretim tekniklerini büyük ölçekli sanayiye dönüştürmüşler; ilk büyük ölçekli şeker imalathanelerini, rafinerilerini, fabrikalarını ve üretim alanlarını oluşturmuşlar. Buradan da şekeri Kuzey Afrika ve Avrupa’ya yaymışlar. Ama o dönemde şeker pahalı imiş, nerdeyse altın kadar kıymetliymiş. O nedenle şekeri ancak zengin bir azınlık tüketebiliyormuş. Avrupa ticareti, İpek yolu ticaretini elinde tutan Araplar, Selçuklular, Osmanlılar ve Venediklerin elinde imiş.
Şeker kamışı Avrupa’da niye ekilmemiş?
Avrupa ikilimi şeker kamışı üretimine uygun değil de onun için.  Geliri yüksek bir bitki olması dolayısıyla Portekiz ve İspanya gibi büyük keşifçi ülkeler şeker kamışı yetiştirebilecekleri yeni yerler aramaya koyulmuşlar. Amerika’nın keşfinden sonra, 1493 yılında Kristof Kolomb deneme dikimleri yapmak üzere Karayip Adaları’na şeker kamışı götürmüş. Şeker kamışı buradaki bol güneş ışığı, yoğun yağmur ve verimli toprak şartlarına son derece güzel uyum sağlamış, hatta dünyanın diğer kısımlarında ekilenlerden daha hızlı büyüyormuş.
Bunun üzerine Amerika’da çılgınca şeker kamışı ekilmeye başlanmış. Öyle ki Amerika’nın keşfinden sonraki 50 yıl içinde Antilerde en az 4-5bin şeker fabrikası kurulmuş. Şeker üretimi tamamıyla ihracata yönelik olarak yapılıyormuş ve yerli halkın tamamı kamış tarımı amacıyla istihdam edilmiş. Sanayi gelişip daha fazla işçiye ihtiyaç duyulunca tarlalarda çalıştırılmak üzere Afrika’dan köleler getirilmiş.
Aslında şeker aynı zamanda kölelik sisteminin tekrar canlanmasına neden oldu. Köle işçiliği üretim maliyetlerinin düşmesini ve fiyatların Doğu’dan ithal edilen kamış şekeri fiyatlarının çok daha altında oluşmasını sağladı (2). Bu durum Osmanlı ve Venediklilerin ekonomisinin çökmesine de neden oldu. Dikkat ederseniz bu dönem Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama ve gerileme dönemlerine denk düşüyor.
Demek ki Osmanlı’nın çökmesi tamamen ekonomik. Hiç böyle düşünmemiştim. Aslında Dünyanın tarihi bir yerde şekerin de tarihi değil mi hocam?
Evet, hem de kölelik ve sömürgeciliğin de tarihi. Bu arada sömürgeciler bu köleleri ve yerli halkı boğaz tokluğuna çalıştırmakla kalmamışlar, yiyecekleri gıdalarını ektikleri tarlaları da şeker kamışı tarlalarına dönüştürerek açlık ve beslenme yetersizliğine neden olmuşlar. Sonuçta Aztek’ler ve Maya’lar gibi büyük kızılderili medeniyetleri yok olmuş.
Başkaları tatlı yiyebilsinler diye bazı insanlar acı çekmiş yani.
Evet, maalesef öyle
Ancak, 17. yüzyıl başlarında Almanlar şeker pancarından şeker üretilebileceğini fark ettikten sonra Avrupa’da şeker tüketimi artmaya başlamış. 19. yüzyıl başlarında endüstri devrimi ile birlikte daha çok ve daha çabuk para kazanmak amacı ile fabrikasyon şeker üretimine geçilmiş. Daha önce sadece şeker kamışından elde edilen ve ancak zenginlerin sofrasında olan şeker, böylece gelir düzeyi çok yüksek olmayanların da kolay satın alabileceği bir ürün haline gelmiş ve şeker tüketimi çılgıncasına artmaya başlamış. Mesela İngiltere’de 1750′lerde 2,5-3kg/yıl olan kişi başı şeker tüketimi, 1850′lerde 11kg/yıl, 1950′lerde 54 kg/yıl, günümüzde ise 75 kg/yıl’a yükselmiş(3). ABD’de 19. yüzyılın sonlarına doğru yıllık kişi başı şeker tüketimi 2,3kg düzeyinde iken bugün 75kg’a yükselmiş.
1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşları önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat, 15 kg daha fazla tatlandırıcı madde ve 30 kg daha fazla unlu mamul tüketmişler.  ABD’de son 35 yılda früktozdan zengin mısır şurubu tüketimi kişi başına yılda 200gr’dan 34kg’a yükselmiş (4).
Osmanlı döneminde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında ithal edilen az miktardaki şeker tüketilirmiş ve haliyle bu şekeri de ancak zenginler alabilirmiş. Hatta Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilk şeker fabrikalarının açılması ekonomideki en önemli olaylardı. Çocukluğumun geçtiği 50’li-60’lı yıllarda bile şeker o kadar kıymetliydi ki İstanbul’da bile misafirliğe gidildiğinde ziyaret edilen eve hediye olarak 1-2 kg toz şeker götürülürdü.
Şekerin esas zararlarına geçmeden önce şunu da vurgulamak gerekiyor. Daha çok şeker pancarı elde etmek için, çok miktarda suni gübre kullanılmış, eskiden küçük boyda olan pancarlar şimdilerde eskinin 5-10 katı büyüklüğe erişmiş. Tabii bu arada topraktaki tüm zararlı kimyasallar pancar aracılığı ile şekere işliyor, şeker rafine edilip beyazlatılırken ayrıca kimyasallar alıyor ve tüm bu zararlı kimyasallar şeker aracılığı ile insan vücuduna giriyor.
KAYNAKLAR
2.     Dünya Şeker Sanayinin Tarihçesi – www.kutahyaseker.com.tr
3.     en.wikipedia.org/wiki/Franz_Carl_Achard
4.     Murray CJL, Lopez AD. Alternative projections of mortality and disability by cause 1990-2020: Global Burden of Disease Study. Lancet 1997;  349: 1498-1504
 

Prof. Dr. Ahmet AYDIN
İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ABD
Beslenme ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanı 


--------------------------------------------------------------------------------------------


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder